Yayın Tarihi : 21.10.2025 08:45

| YAZARIN YAZILARI > | YAZARIN ŞİİRLERİ > |
Anakronik Tez Olarak
"ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK"
Doğu, uzun bir dönem boyunca kendi içine kapanmış, tarihsel olarak hem üretim hem de düşünce düzleminde dış dünyayla sınırlı temas kurmuş bir coğrafyaydı. Ancak modern çağın göç dalgaları, bu kapanıklığı tersine çevirdi. Bugün Doğu bireyi, Batı’ya doğru yönelen hareketiyle yalnızca yeni bir yaşam arayışına değil, aynı zamanda derin bir medeniyet kırılmasına da neden olmaktadır. Bu kırılma, görünürde ekonomik bir sonuç gibi dursa da, gerçekte kültürel ve ideolojik bir fay hattıdır.
Doğu insanı, yoksulluğundan ve umutsuzluğundan kaçarak Batı’ya gelir; fakat geçmişini geride bırakmaz. Otoriter geleneklerini, din merkezli düşünme biçimini, aidiyetin bireyden önce geldiği toplumsal yapısını beraberinde taşır. Batı’nın seküler, özgürlükçü ve birey merkezli düzeniyle karşılaştığında, bu düzenin sunduğu haklardan yararlanmak ister ama o hakların dayandığı değerleri içselleştiremez. Böylece entegrasyon değil, kültürel içe kapanma ortaya çıkar. Özgürlük, burada yeni bir cemaat düzeni kurmanın aracına dönüşür.
Batı bu süreci uzun süre “çok kültürlülük” olarak tanımlayarak olumladı. Oysa bu kavram, 20. yüzyıl sonunun idealist söylemi içinde anlamını çoktan yitirmiştir. Bugün çok kültürlülük, toplumların kültürel zenginliğini değil, bir arada yaşayamama yeteneksizliğini gizleyen bir maske işlevi görmektedir. Çünkü artık hakikat, kimliklerin üzerinde birleştiği ortak bir zemin değil; kimliklerin kendi sınırlarını korumak için kullandığı bir araç haline gelmiştir.
Bu yeni toplumsal yapı, Batı içinde farklı türden milliyetçilik fraksiyonlarının doğmasına yol açmıştır. Kültürel korumacılık, neo-muhafazakâr refleksler ve kimlik milliyetçiliği, Batı’nın kendi iç geriliminin semptomlarıdır. Batı, yüzyıllar boyunca evrensellik iddiasıyla kurduğu düzenin, artık evrensel taşınamayacağını fark etmiştir. Çünkü Doğu’dan gelen birey, Batı’ya yalnızca ekonomik bir katkı değil, kültürel bir gerilim taşımaktadır. Bu gerilim, Batı’nın “iyi yaşam” idealini aşındırmakta ve içten içe çürüten bir etkiye dönüşmektedir.
Buradaki temel sorun, bu sürecin hâlâ “zenginlik” olarak sunulmasıdır. Oysa bu, anakronik bir tezdir. Çok kültürlülük, imparatorluk çağlarında mümkün olan bir yapının ürünüdür. O dönemlerde farklı topluluklar, tek bir otorite ve ortak bir hakikat anlayışı altında yaşamlarını sürdürebiliyordu. Günümüz dünyası ise ulus-devlet temelli, kimlik merkezli ve ideolojik olarak parçalı bir dünyadır. Bu koşullarda çok kültürlülük artık sentez üretmez; tam tersine, yeni çatışmaların zeminini hazırlar.

