
Birbirine Kenetli Tutsaklar:
KAVRAM VE MEKANIN ÇOK KATMANLI KEŞFİ
"Bir hapishane, duvarlarından mı inşa edilir, yoksa kelimelerden mi?"
Bu denemeyi yazmamda ilham kaynağım olan “The Shawshank Redemption filmi” bana bir kavramsal tersinmeyi işaret etti: Hukuk diyagramında eylem ve sonuç dışarıdan içeriye doğru ilerlerken, filmde tam tersi bir yön —içeriden dışarıya— izlenir. Bu tersinme, şu soruları zihnimde büyüttü: Özgürlük gerçekten nerede başlar? Hapishane duvarları nerede biter? İşte bu sorular, elimdeki denemenin itici gücü oldu. Ayrıca, son bir kaç yıldır benimsediğim tüm çalışma yöntemlerini bu metin içinde sınama ve uygulama fırsatı buldum. Dolayısıyla, okuyacağınız satırlarda yalnızca bir çözümleme değil, aynı zamanda kendi yöntemlerimin bir repertuvarını da göreceksiniz.
Arkeolojik Kazı: Mahkûmiyet Kavramının İlk Katmanları
Bir hapishane, duvarlarından mı inşa edilir, yoksa kelimelerden mi? Daha ilk anda bu soru zihnimizi sarsar. Her mahkûmiyet somut bir mekâna ihtiyaç duyar: taş duvarlar, demir parmaklıklar, kapılar ve kilitler… Fakat aynı zamanda, her mahkûmiyet soyut bir kavrama da dayanır: suç, ceza, adalet, otorite gibi dilsel ve zihinsel olgular olmadan hapishane sadece dört duvarlı bir yapıdan ibaret kalırdı. Zihin ve dil, mahkûmiyeti inşa etmek için birlikte çalışır; bir insanı özgürlüğünden alıkoyan yalnızca maddi bir hücre değil, o hücrenin anlamını kuran kavramlardır.
Merleau-Ponty’nin işaret ettiği üzere, “Bedenimiz öncelikle mekânın içinde değildir; bedenimiz mekâna aittir.” İnsan bilinci ve bedeni, mekânın pasif bir konuğu değil, bizzat parçasıdır. Düşüncelerimiz boşlukta süzülmez; tam tersine dünya ile etkileşim içinde, mekânın dokusunda kök salar. Kavramlarımız da bu dokunun üzerinde filizlenir, mekânda karşılığını bularak anlam kazanır.
Tam da burada, kazımızın daha başında, bir arkeolog titizliğiyle ilk katmanı açığa çıkarmak gerekiyor. Mahkûmiyet kavramının en yüzeydeki tabakası, günlük dilde ve düşüncede kendini ele verir. Mahkûm olmak, mahkûm etmek gibi ifadeler, dilimizde sıkça yer bulur. Bu ifadeler, yalnızca fiziksel tutsaklığı değil, bazen de zihinsel bir çaresizliği, kaçınılmazlığı ima eder. Sözgelimi “kaderine mahkûm” deriz; sanki ortada bir zindan yokken bile insan kendini görünmez bir yazgının tutsağı hissedebilir. Dil, kavram ile mekân arasında köprüler kurmaya başlamıştır bile: bir yargı sözcüğü, bir insanın dünyasını dört duvar haline getirebilir.
