Hür Katip | Bilim Kültür Sanat Edebiyat

Yayın Tarihi : 05.11.2025 11:22

YAZARIN YAZILARI >
YAZARIN ŞİİRLERİ >


YALNIZLIĞIN ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE İNŞASI


Bu pasaj, “Uzaklığın Felsefesi: Yalnızlık Görünümleri” adlı çalışmamdan alınmıştır.Yalnızlığın sebepleri tek bir argümana indirgenemeyecek kadar karmaşık olsa da, bu kısa bölüm okuru çocuk ve ebeveyn ilişkilerine kültürel bir perspektiften bakmaya davet etmektedir.


Türk aile yapısında sıklıkla karşılaşılan ve sağlıklı olmadığı halde yıllardır sürdürülen bir gelenek vardır: Baba figürü, çocuğun bakım ve duygusal gelişiminden belirli bir yaştan sonra adım adım çekilir. Bu çekiliş, çoğunlukla fark edilmeden gerçekleşir; ama etkisi çocuğun tüm hayatına yayılır. Çünkü baba, çocuğun gözünde artık sevgiyle değil, soğukluk ve otoriteyle anımsanan bir siluete dönüşür. Babayla kurulamayan duygusal temas, çocuğun iç dünyasında bir boşluk yaratır. Bu boşluk yalnızca bir eksiklik değil, aynı zamanda bir tehdit hissiyle de beslenir. Çocuk zamanla babasının tepkilerini öngöremez hâle gelir ve onun varlığıyla birlikte bir tedirginliği içselleştirir.

Bu tür bir baba profiliyle büyüyen çocuklar için, baba artık erişilemez bir figürdür. İlk duygu da sevgiden çok korkudur. Bu durum zamanla, temas edilmesi güç bir mesafeye, hatta görünmeyen bir duvara dönüşür. Baba sevgisinden mahrum büyüyen birey, ileride yalnızlıkla baş etmekte daha büyük zorluklar yaşar. Yalnızlığın inşası çoğu zaman çocuklukta, sevgiye erişemediğimiz ilk figürle birlikte başlar.

Bu duygusal uzaklığın sinematografik ve otobiyografik en çarpıcı örneklerinden biri, yönetmen Ahmet Uluçay’da karşımıza çıkar. Bir röportajında şöyle der:

“Ben babama hayatım boyunca sarılamadım, çünkü babam ona sarılmama hiç müsaade etmedi.”
Devamında, babasının yatağında uzanmış ölü bedenine ilk ve son kez sarıldığını, pişmanlıkla karışık bir duyguyla gözyaşı döktüğünü anlatır:
“Keşke babama hayattayken bir kez olsun sarılabilseydim…”



Bu itiraf, sadece kişisel bir pişmanlık değil, aynı zamanda kolektif bir kültürel yaraya da işaret eder. Zira Türk aile yapısında, yakınlık kurma ve ödüllendirme sıklıkla anneye tahsis edilirken; uzaklık ve ceza verme babaya yüklenir. Bu roller, nesilden nesile aktarılan bir kültürel kod hâlini alır. Babaların sevgi göstermesinin, otoritelerinde bir zaafa neden olacağı düşünülür. Dolayısıyla sevgi, dolaylı yollarla aktarılmaya çalışılır; duygular doğrudan ifade edilmez. Açık ve net sevgi sözcükleri yerine, anlaşılması zor davranış kalıpları tercih edilir.

Bu kırılma, çocuğun duygusal dünyasında bir bulanıklık yaratır. Zihin, duyguların açıkça ifade edilmediği bir aile ortamında, sevilip sevilmediğini dahi kestiremeyen bir ekran üretir. Bu ekran, yetişkinlikte insanlarla kurulacak tüm ilişkilerin zeminine yansır. Kimi zaman fazla temkinli, kimi zaman gereksiz mesafeli olmanın arkasında işte bu bulanık ekranın izleri vardır.


Volkan ÇELİK

 Öne Çıkanlar

 

Benzer Sayfalar



Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi